Kâl-û Belâ’dan hareket eden insanın ilk uğrağı ana rahmidir. Kadın, ana rahmi denen ilahi sarayda onu ilk karşılayan, misafir eden, ikramda bulunan, büyük bir şerefe sahiptir. Ana rahminde misafir olan çocuğa 120’inci günde ruh üflenir ve kaderi yazılır.

Bazı Tavsiyeler:
Ana rahminde çocuğa ruh üflendiği, kaderinin yazıldığı 120’inci günden 10 gün öncesi, 10 gün sonrası bir çerçeveye alınarak, o günler duâ ve ibâdetle geçirilmeli. Kur’ân okunmalı, hayır ve hasenât yapılmalı. Muhtemelen negatif etkiler bu sayede silinebilir; çünkü bir hadîs-i şerifte beyan buyurulduğu gibi “Dua gelmiş belayı def eder, gelecek belayı hapseder, tutuklar.”

Bu arada İslâm’a uygun nikâh akdinin kanunlarımızda yer alması temennimizdir. Çünkü, nikâhsız aile tapusuz mala benzer.

DÜNYADA EN BÜYÜK MEKTEP

Bize göre dünyada en büyük okul, ana rahmi ve ana kucağıdır. Dünya, ahiretin tarlasıdır. Acaba ana rahmi ve ana kucağı da dünyanın tarlasıdır, diyebilir miyiz? Bugün dünyada, ailede ana kucağı terk edildi. Yerini kreşler, çocuk yuvaları aldı.
Enkâzı ile kulübe yapmak için koca bir saray yıkılamaz. Anlıyorum. Sosyal ve iktisâdî şartlar, zarûretler insanları zorluyor. Aileler çocuklarını kreşlere, yuvalara vermek zorunda kalıyorlar, denilebilir. Fakat enkâzı ile kulübe yapmak için koca bir sarayı yıkmak da akıl kârı değildir. Cenâb-ı Hakk “insanı kendim için, kâinatı da insan için yarattım” buyuruyor. Bu kadar yüce bir varlık olan insan bir susam tanesi ile değiştirilmemelidir. Çocuk hiçbir sûrette ana kucağından koparılmamalıdır. İnsanlık burada belki bir işçi kazanıyor fakat öte yandan bir insanı da kaybediyor.

MAL CANIN YONGASI

Mal canın yongası olduğuna göre, can canın nesi olur? Varın düşünün… Çocuk ana kucağından koparılmamalı. Kadın analık vasıflarını kaybetmeyecek alanlara çekilmelidir.
Dört hizmeti aynı anda yapan Müslüman-Türk anasının halinden bahsetmek isterim.
Gördes’in Pekmezli Köyü’nden Süleyman Ağa’nın gelini ile dağda karşılaştık.

Sırtında çocuğu (çocuğun anası)
Elinde kirman (iplik fabrikasında işçi)
Önünde güttüğü davarlar (çoban ana)
Hayvan-haşat girmesin diye tarlasını gözetiyor (bostan bekçisi).

Aynı anda dört hizmeti îfâ eden muhterem ana… Bugün dünyada yepyeni bir medeniyetin mayasını tutacak olan eller o anaların elleri; yepyeni bir medeniyetin temelini kazacak olan bilekler o anaların yetiştirdiği çocukların bilekleridir.

Civcivlerini korumak için köpeğe saldıran tavuktan da ders alınmalıdır.

Bir gün bir tavuğun bir köpeğe saldırdığını gördüm. Bu anlaşılır bir şey değildi; fakat farkına vardım ki, otların arasında üç beş civcivini (yavrusunu) korumak için köpeğe karşı geliyor, köpek de korkuyordu. Tavuğun köpeğe saldırması, köpeğin kaçması ikisinin de tabiatına uygun değildi. Gördüm ki tavuğun yavrularına olan merhameti ve muhabbeti ona cesâret veriyor, bu cesaret karşısında da köpek korkuyordu.

Leyleğin altından kendi yumurtalarını alıp yabancı yumurta koymuşlar. Leylek kendi cinsinden olmayan bu yavruların hepsini öldürmüş.

Sonsuzluğa doğru devam eden seyahatte her şey gitgide büyümekte, artmaktadır.
Dünya ve ahiret hayatında mekân gitgide genişlemekte, nimetler gitgide artmakta, zaman gitgide uzamaktadır. Şöyle ki ana rahmi avuç içi kadar bir yer iken dünya çok daha geniştir. Âhirete nisbet edilirse belki o da ana rahmi kadar bile kalmaz. Mekân gitgide genişliyor. Ana karnında dokuz ay dokuz gün, dünyada doksan dokuz yıl kalıyor, ahirette sonsuzluğa karışıyor. Görünüyor ki zaman gitgide uzuyor.

Kurtuluşa ermiş olan insan, âhirette sonsuz nimetlere gark olmaktadır. Bir hadîs-i şerif: “Parmağınızı denize batırın çıkarın. Parmağınızdaki ıslaklık dünya nimetleridir. Âhiretteki nimetler ise bütün denizlerdir.” Evet, görülüyor ki; nimetler de gitgide çoğalmaktadır.

İNSAN SALINCAKTA UNUTULDU

Bir zamanlar bir beldede çiftçi ailesi harman yerinde çalışıyormuş. Bir ara gökyüzünü bulutlar kaplayıp yağmur ihtimâli belirmiş. Karı-koca buğdaylarını, kalburlarını, gözerlerini, çıkınlarını, testilerini, keçilerini, oğlaklarını arabaya yükleyip köye gelirler. Buğdaylarını ambara boşalttıkları sırada kadının feryadı duyulur:

“Efendi koş, çocuğu harman yerinde salıncakta unutmuşuz.”

Karı-koca sürâtle harman yerine ulaşırlar, fakat geriye elleri boş, gözleri yaşlı olarak dönerler. Yağan yağmur, akan seller çocuğu alıp götürmüştür. Bu aile kedisini, köpeğini almayı unutmamıştır. Ama çocuğunu unutmuştur.

Tıpkı bunun gibi felsefeler, doktrinler, bâtıl inanç sistemleri, insanı salıncakta unutmuştur.
İnsanın yaradılış gayesi dikkate alınmadan yola çıkıldığı içindir ki, insanlık hürriyet ararken köleliğin, adalet ararken zulmün, mutluluk ararken bunalımın, muhabbet ararken kin ve nefretin ağlarına düşmüştür.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin