Bugünkü dünyanın genel ahvâlini özetlemek gerekirse:
1. Bir misafirhâne, imtihanhâne ve ahiretin tarlası olduğu halde, insan hayatındaki birçok sınırların zorlanması, çiğnenmesi ile hapishâne, hastahâne, tımarhâne, kumarhâne, meyhâne haline getirilen bir dünya…
2. İnançsızlık dalgaları arasında boğulan, çelişkiler içerisinde bunalan anarşi içinde kıvranan, özünü, aşkını kaybetmiş bir insanlık…
3. Sâmirî’nin altın buzağısının karakterini taşıyan ruhsuz, cansız, dilsiz bir medeniyet…
İşte misâfiri olduğumuz gezegenin durumu budur.
“Ey insanlar! Yerdeki şeylerden helâl ve temiz olmak şartıyla yeyin.” (El-Bakara, 168)
Fahr-i Kâinat Efendimize soruluyor:
“Ya Resûlâllah!(s.a.v.) Duâlarımızın kabul olması için ne yapalım?”
“Helâl lokma yeyin.” buyuruyorlar.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri beyan ediyor:
“İbâdet on bölümden ibarettir. Dokuz bölümü helâl rızık istemek ve helâl rızık kazanmaktır.”
Hazret-i Mevlâna buyuruyor:
“İlim ve hikmet helâl lokmadan doğar, aşk ve rikkat helâl lokmadan meydana gelir.”
Bütün insanlığa soruyorum;
Giderek haramın genişlediği, helalin daraldığı bir zamanda, fâiz, kolonyalizm, emperyalizm gibi haram kazanından karnını doyuran bir beşeriyetten ilim ve hikmet, aşk ve rikkât nasıl meydana gelebilir?
İhlâsın, Allah(c.c) rızâsının terk edildiği, korku ve menfaatin, haset ve ihtirâsın hâkim olduğu beşerî münâsebetlerden sevgi ve adâlet nasıl doğabilir?
Çürük tohumdan, çorak bir topraktan sağlıklı bir mahsül nasıl alınabilir?
Karanlık kalplerden feyz nasıl fışkırabilir?
Kirli bir akılla, akl-ı şeytânî ile gerçekler nasıl bulunabilir?
İctimaî bir cinnetin eşiğine gelmiş olan beşeriyette huzur ve sükun nasıl temin edilebilir?
Haram lokma düşmanlıkları, helâl lokma muhabbeti arttırır. Fâiz sistemi içinde beliren haram lokma ile sevgiye nasıl ulaşılabilir?
Yaratan’ın muhabbetiyle yaratılanların muhab-beti fahr-i kâinat Efendimiz üzerinde toplanmıştır. O, muhabbetin merkezi ve kaynağıdır.
“Resûlüm de ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışla-sın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmran, 31)
Büyükler buyurmuşlar ki:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl.
DÜNYADAN YÜKSELEN FERYATLAR
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha sıhhatli bir dünya düzeni kurmak isteyen ABD
Başkanı Wilson şöyle diyordu:
“Bugünkü medeniyetimiz manevi vasfını yeniden elde edip rûhî ihtiyaçlarımıza cevap vermedikçe maddî bakımdan da bekâmızı sağlamayacaktır.”
ABD Eski Dışişleri Bakanı Dulles; NATO’nun ve Amerika’nın hür dünyanın karşılaştıkları zorluklarını ve meselelerini açıkladığı Harp ve Sulh adlı eserinde şöyle diyor:
“Memleketimizdeki kanun ve nizamlar kötü sonuçları önlemek için gerekli olan rûhî ihlâsı da doğurmuyor ve insanlarımız sapkınlık içindedir. Mesele maddiyâtla ilgili değildir. Çünkü maddî şeyleri istihsal ve îmâl alanında en büyük imkâna sahibiz. Bizim tek eksiğimiz gerçek ve sağlam bir imandan yoksun oluşumuzdur. Bu iman olmayınca hiçbir şeye sahip olmuş sayılmayız. Bu eksikliğimizi ne kadar zekî ve akıllı olursa olsun diplomatlarımız, ne kadar çok keşif ve icatlarda bulunursa bulunsun bilginlerimiz gideremezler. Bombalarımızın ağırlığı, uçaklarımızın sür’âti de bu iman noksanlığını gideremezler. İnkar ve materyalizme saplanmaktan ictimâî adaleti elde etmek hususunda acıklı bir başarısızlığa uğradık. Açıkça bilmeliyiz ki; hür bir cemiyet demek onun her ferdi kendi nefsi için çalışır demek değildir. Hür bir cemiyet ahenkli bir cemiyettir. İnsanlar Allah(c.c)’ın himâyesinde kardeşçe yaşamak için yaratılmışlardır. Daha yüksek frekanslı radyo istasyonları kurmamızda hiçbir fayda yoktur. Bugüne kadar söylediklerimizden daha doğru söyleyecek bir şeyimiz yoksa.”
Bugünün medeniyeti insanlığa verilecek bir mesajı kalmadığını îtiraf ediyor. Dereler, ırmaklar, denizler kurumuş, felsefeler suskun, mesaj kaynakları kurumuştur. Fakat Erciyes’ten, Uludağ’dan, Ağrı’dan, Palandöken’den, Altaylar’dan, Tanrıdağları’ndan göklere yükselen bir ses dünyayı titretiyor. Bizim ebediyen nurunu ve yüceliğini koruyacak olan mesajımız vardır:
Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Resûlullah.